31 Temmuz 2017 Pazartesi

           MÜZİK -MEKAN-SOKAK

Bir arada yaşama, farkındalık, öteki ve hoşgörü kavramlarının yoğun olarak harmanlandığı alanlardan biridir müzik. Müziği sadece sahne performansı olarak düşünmenin, bizleri ne kadar yanılttığını son yıllardaki sanat etkinliklerinde görmek mümkündür.
Müziği sosyolojik olarak ele aldığımızda her birinin içinden çıktığı toplumun kültürel kodları ile örüldüğünü görürüz. Kültürel kodlar, müziğe bir aidiyet ve anlam katar. Bu noktada müziğin evrenselliğinden çok, toplumlara özgü bir sanat edimi olduğunu söyleyebiliriz.
Müzik dinamik bir yapıya sahiptir. Her türlü etkileşime açıktır. Tıpkı diğer sanat dallarında olduğu gibi. Yeniliklerden, gelenekten, farklılıklardan beslenerek kendi içinde sürekli bir devinim halindedir. Müziğin bu yapısı onun yüzyıllar içindeki serüvenine bakıldığında açıkça görülür.
Müziğin hayat bulduğu mekanları düşündüğümüzde, aslında çok fazla alana yayıldığını görürüz. Bir başka değişle, müzik sesin üretildiği her ortamda kendine bir yol bulur ve tüm engellere rağmen bizlere ulaşır. Ontolojik olarak müziğin kaynağı insan bedeni ve onun ardından, bu amaca hizmet eden çalgılardır. Çünkü müzik sonuçta illizyon gibi, sihir gibi titreşimler yoluyla üretilen seslerin birbirleriyle olan ilişkilerine göre yapılandırlılarak ortaya çıkarlar.
Her müzik eseri aynı zamanda sanat ve tasarım eseridir. Seslerin bir araya gelmesi ve onların birbirleri ile olan ilişkilerinin matematiksel bağları sadece müziğe yapısal bir anlam katmaz, aynı zamanda müziğin sofistike yanını da belirler. Müzikal yapıda bulunan aralık ilişkisi, dizileri belirlediği gibi, her dizinin belirli bir duyguya yönelik kavramsal bağları olduğunu da unutmamak gerekir.
Yukarıdaki ilişkiler ağı çağlar boyu müzik kuramcıların dikkatini çekmiştir. Farabi’den Galata Mevlevi Şeyhi Ataullah Efendi’ye (1842-1910), onun öğrencileri olmuş Arel, Ezgi, Uzdilek üçlüsüne kadar her müzikbilimcinin üzerinde çalıştığı bir alan olmuştur.
Müziğin yapısal ilişkileri aynı zamanda kültürel kodları bünyesinde barındırdığı için, hemen hemen her insanın bağlantı kurabileceği mesajlarla yüklüdür. Bu nedenle müziği duyduğumuz anda sihirli bir mesaj almışçasına etkileniriz.
Müzik deyince akla öncelikle İstanbul’da Beyoğlu gelir. Özellikle içinde barındırdığı sahaflar, antikacılar, koleksiyon düzeyindeki nadide parçaları satan dükkanlar, sanat ve müzikseverler için adeta bir sanat vadisi ve cenneti gibidir.
İstanbul’un neresinden olursanız olun, sanat eğlence ve müzik denince akla gelebilecek uğrak yerlerin başında gelir Beyoğlu. Özellikle İstiklal Caddesi’nin etrafında toplanan müzik mağazaları ve onları besleyen plak, kaset vb. malzemelerin bolca bulunabileceği küçük ama bir o kadar da dünyaların sığdığı dükkanlar.
Tüm bu güzelliklerin ortasında yeni bir alan olarak sokak müziği ve sokak çalgıcıları kendini göstermeye başladı. İstanbul için bu sanatın yeni olduğunu söylemek mümkündür. Dünyanın bir çok bölgesinde yıllar önceden farklı akımlarla birlikte kendini gösteren bu sanat dalı bizde hala emekleme aşamasındadır. Başlangıçta sanat olmanın ötesinde müzisyenlerin maddi geliri olarak düşünülen bu alan, zamanla sanat olarak kendini kabul ettirmeye başlamıştır.
Sokaklar kavramsal olarak bireylerin ve kültürel grupların kendilerini ifade edebileceği yegane alanlardandır. Bu alanları sanatçılar kendi yaratıcılıkları doğrultusunda kullanarak bir açık hava sahnesine dönüştürürler.
Sanatçıların sokaklara yönelmesi aslında bizde yeni de olsa Avrupa ve Amerika’da eski bir tarihi vardır. Avrupa, Amerika, Güney Amerika ve Asya’nın bir bölümünde bu sanat akımı artık birey ve grupların profesyonel düzeyde maddi gelir elde ettiği bir alana dönmüştür. Biz de ise öncelik kendini göstermek, sanat camiasına bu kanaldan girmek ya da keşfedilmek üzere yapılan bir sanat etkinliği olarak yapılmaktadır.
Beyoğlu, İstiklal Caddesi’nde yürüyenlerin artık açık hava sahnesine dönen caddede farklı kültürlerin müzikleriyle karşılaşmaları ve kendilerini müziğin ritmine kaptırmaları olağan bir durum olarak karşımıza çıkar. Müzik kendine özgü bir anlam içerse de, kendi sınırlarını aşan ve farklılıkları özümseyebilen bir sanat alanıdır. Ritmin büyülü atmosferi ve melodilerin kırılgan özellikleri her insanın ortak buluşma noktası olabilme özelliğine sahiptir.
Beyoğlu sokak sanatçılarının çeşitliliği, kültürel farkındalığı öne çıkarsa da, ürettikleri melodilerin, dili aşan bir yapısı olması nedeni ile, her kesimden insana ulaşabilen ortak anlamlarla bezenmiştir.
Tünelden başlayan açık hava konserleri, sizleri, meydana kadar yalnız bırakmaz. Yürüdüğünüz tarihi caddenin içinde, vitrinlere bakarken, alışveriş yaparken sizi her yandan saran farklı müzik türleri bir arkadaş gibi, bir dost gibi yalnızlığınızı giderir. Müziğin her an sizi kuşattığına şahit olursunuz Beyoğlu Sokakları’nda. Bir yanda bağlaması ile buram buram Anadolu rüzgarları estiren sanatçının birkaç metre ötesinde kemençesi ile sizlere yürürken horon teptiren Karadenizli yaşlı amca…
Kadim kültürlerden süzülüp gelen müziğin, olmazsa olmazı arkaik çalgıların bir panayırına döner bazen sokak çalgıcılarının performansları. Aniden karşımıza çıkan Didgeridoo sesleri, bizleri alır Avusturalya Yerlileri Aborjinler’in mistik ayinlerine götürür. Başka bir gün karşımıza çıkan Peru’lu müzisyenlerden El Condor Pasa adlı dünyaca ünlü ve ülkede milli değeri olan melodileri dinlemek zevkine erişirsiniz. Carlos Gardel’in tangolarını küçük bir çocuğun akerdionundan dinlemek ayrı bir neşe kaynağıdır. Aynı anda eşzamanlı olarak birbirine yakın mesafelerde icra edilen farklı müzik kültürleri, yapısal olarak, kendiliğinden gelişen bir çok sesliliğin ötesinde raslamsal (aleatoric)  bir armoni sunar.
Sokağın seslerini bizlere estetik kılıfla sunan sokak çalgıcıları aynı zamanda amatör ve profesyonel olarak iki kategoride değerlendirilebilir. Bir de işin içine daha ustalarında meşk derslerini tamamlamadan sokağa çıkan darbuka çalan çocukları ekledik mi sanat, oyun ve eğlenceyi bir arada yaşamak mümkün hale gelir.
Sokak müziği, kendilerini icra eden sanatçılar gibi rengarenk ve birleştiricidir. Dolapdere’nin sokaklarından gelen, Kasımpaşa’da yetişen meşk kökenli sanatçılar, Güney-Orta Amerika’dan gelen, müziklerle harmanlarlar melodilerini. Darbukanın ritmi, gitarın akorlarına uyum sağlarken, Suriye’li sanatçının UD’undan çıkan nağmeler, İran Santur’u ile kulaklarımızın pasını siler.
Tüm bu renklilik içinde sokak sanatçıları bizlere, hoşgörünün, sevginin, bir aradalığın nasıl olması gerektiği konusunda kendi dili ile seslenir. Seslerin arasında var olan dertlerimiz, sorunlarımız, ötekileştirme içgüdümüz kaybolur gider. Sokak bizlere kendi melodisini sunarken insani değerlerimizi yeniden hatırlatır.
Müzik sokakta kendini bulur. Müzik sokağın birleştirici gücünü özümseyerek, yeni melodilere doğru yelken açar.





                                  SANAT YOLCULUKLARI

Her ressam aslında aynı zamanda bir yolcudur. Sonsuzluğa uzanan yolculuğun tuval üzerinde yaşam bulması. Yaşamın renkleri anlamlandırılır sanatın fırça darbeleriyle. Bir bir sorgulanırken travma yaşantılar, hüküm süren karanlık, aynı zamanda aydınlığın müjdecisidir. Müzisyenin tiz çığlıklarında olduğu gibi. Renk sese, ses tuvale yönelir. Yapılan resim mi, müzik mi? Karar vermekte zorlanılır. Sanatsever karar arifesindeki gelgitlerle anlamlandırmaya çalışır yapıtı.
Yapıt bazen müzik, bazen resim olarak çıkar karşımıza. Antik Yunan Tragedyaları’ndaki sürpriz sonlar gibi.

İstanbul gibi dinamik bir sanat ortamından Ayvalık(aslında Ege demek daha doğru olur.) gibi durağan olduğu düşünülen bir yerde konumlanan Kıvrak, aslında diğer meslektaşları gibi Ayvalık’ın sanat damarlarına kan pompalamaya ve yaşamın anlamlanmasına yardımcı oluyorlar. Ayvalık’ın geçmişten beri gelen sanat ortamının İstanbul ve İzmir tarafından gölgelenmesine inat, burada sürdürülen sanat çalışmaları, Türkiye sanat ortamına katkı sağlıyor.

Kıvrak, resimlerinin kışkırtıcı atmosferinde aynı zamanda, sofistike mesajların gizemi yatar. Resimler bizleri uç olan idealizm düşüncesinden sıyırıp, ironik bağlamda gerçek olana yönlendirir. Bu yapının arkasında varvolan birikimin ipuçlarını, öğrencilik yıllarında ve Tülin Onat resminde aramak yanlış olmayacaktır.  Ritm duygusunun alabildiğince özgür işlendiği ve giderek soyutlanan Onat resimleri ve teknik detaylar, Tülin Kıvrak,  için kompozisyon yaratmada belirleyici olmuştur.

Hocası Onat’ın biçeminde uzun dönem eserler üreten Kıvrak, zamanla kendi biçemini yaratarak özgün eserlere yönelmiştir. Artık onun resminde başka izleri aramak yerine, kendi içkinliğinin figürlerini görmeye çalışmak daha doğru bir bakış açısı olacaktır. Eserlerinde varolan figürlerin sağlam temellere oturması, onun perspektifinin ne kadar geliştiğini gösterir. Ritmik yapının alabildiğine hissedildiği tuvallerde aynı zamanda alttan alta, müziği duyma çabaları sonuç verir. Ayvalık kodları içinde gizlenen, müziksel görsellik, eserlerin vazgeçilmez unsurları gibidir. Ayvalık’ın yetiştirdiği en önemli Piyanist ve Eğitimci Kamuran Gündemir’in tuşlardan yükselen sesi, her Ayvalık’lı ressamın tuvalinde olduğu gibi, Kıvrak’ın eserlerinde de duyulur. Bir müzik aşığı,pedagog ve plastik sanatlar sevdalısı Gündemir de tıpkı Onuk gibi Ayvalık sanat ortamından nasiplenmiştir.

İnsan bedenlerinin doğal olan gizemli yanlarını resimlerde aramak yerinde bir uğraşıdır. Kıvrak için bendenler gizlenmeden tüm doğal ortamlarında tuvale yansırlar. Mikro düzeydeki süregelen motiflerin, bir müzikal notasyon oluşturduğu izlenimine kapılırsınız. Böylece yaratılan gelgitler devingen bir kompozisyona dönüşür. Sesin peşinde olmasa da sesi var etme çabasının izlerini duyarız yapıtlarında. Bu nedenle müzisyenin dikkatini çeken kompozisyonlar olarak karşımızda durur tuvaller.




                    Sessiz Bir Çığlıktır Hakan Ali Toker Ritüellerin gündelik yaşamdan koparak, kamusal alan dışına çıkmasıyla birlikte müzi...